“Cemil!” dedi samimiyetle. “Seni ne kadar merak ettim biliyor musun? Nerelerdeydin bunca zamandır? Anlatsana, neler oldu? Piramit’i buldunuz mu?” Heyecanına rağmen sesini alçalttı sonra. “Ya vampir ar-kadaşın ne oldu?
"Sultan ve Dracula"da başlayan o kadim savaş, "Akıncı ve Vampir"de karanlığın yeniden can bulu-şuyla daha da büyümüş, şimdi ise bambaşka bir boyuta taşınmıştı. Gölgelerin arasına saklanan düşman artık tekbaşına değildi; izleri Amerika’nın karanlık sokaklarından İstanbul’un taş hafızasına kadar uzanan ölümcül bir sır, yeniden uyanıyordu.
New York’un dehlizlerinde kaybolanlar… Asırlardır korunan tılsımlı emanetler… Ve bütün insanlık tari-hine meydan okuyan gizemli bir yapı: “PİRAMİT”
Gölgeler büyüyor, sırlar açılıyor… Ve efsane, üçüncü kez yeniden yazılıyor. Hazırsanız, karanlık bu defa bir piramidin tepesinden dünyayı sarsmaya geliyor.
BU KİTABI NEDEN OKUYALIM?
Karanlığın karşısına insan onurunu koyan anlatısıyla okura umut ve direnç duygusu aşılar.
Tarihsel arka planla örülmüş güçlü fantastik kurgusuyla okuru sürükleyici bir maceranın içine çeker.
Güç, inanç ve vicdan çatışmasını merkeze alan anlatımıyla zorlu seçimlerin bedelini net bir biçimde gösterir.
Korku ve gerilim unsurlarını ölçülü kullanarak okuru yormadan etkili bir atmosfer oluşturur.
Vampir mitini tarihsel gerçeklikle buluşturarak özgün bir kurgu kurar, yerli fantastik edebiyata katkı sağlar.
EDİTÖRÜN KALEMİNDEN
“Efsane Kahramanlar” serisinin üçüncü kitabı olan “Piramit”te karanlık, yalnızca gece-nin rengi değil; örgütlenen, planlanan ve sabırla büyüyen bir gücün adı hâline geliyor. 1908’in New York’unda mafyanın gölgesinde açılan hikâye, kısa sürede sınırları aşan bir tehdide, görünmeyen bir hiyerarşiye ve insan iradesini zorlayan bir hesaplaşmaya dönü-şüyor. Sayfalar ilerledikçe, karşınızdaki tehlikenin tek bir düşmandan ibaret olmadığını, katman katman yükselen bir düzenin içinde bulunduğunu fark ediyorsunuz.
Erhan Akhan’ın romanlarında sevdiğimiz bir damar var. Abartıya yaslanmadan, hızlı ve berrak akan bir kurgu kurabiliyor ve okuru, sahnenin içine çekip “Şimdi ne olacak?” duy-gusunu diri tutuyor. Yazarın biyografisinde de açıkça gördüğümüz gibi, hedefi tarih, aksi-yon ve fantastik unsurları harmanlarken millî ve manevi değerlerimizle uyumlu bir dünya kurmak…
İşte “Piramit”, bu hedefin en net görüldüğü kitaplardan biri. Bir yandan vampir mitinin karanlık cazibesi, büyü ve örgütlenmiş kötülük; bir yandan vicdanın, sadakatin ve “doğru bildiğini yapma” cesaretinin inadı. Çünkü bu hikâyede kötülük yalnızca bir canavar formu değil; bazen düzen, bazen çıkar, bazen de “görünmez” bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.
Ve evet, romanın adı boşuna “Piramit” değil. Bu kelime, burada yalnızca bir taş yığınına işaret etmiyor; katman katman yükselen, tepesinde ışıldayan bir hedefi olan ve alt basa-maklarında sayısız insanı ezebilen bir düzeni de anlatıyor. Cemil’in karşısına çıkan tehdit, bir kişiden ibaret değil, “dünyayı yöneten bir yapı” iddiasıyla konuşan bir zihniyet…
Kitabın en sevdiğim yanlarından biri, karakterlerin birbirine “sahici” bağlarla bağlan-ması. Dostluk, omuz omuza durmak, güvenmek, incinmek… Hiçbiri aksiyonun hızında kaybolmuyor. Bir sahnede, denizin ortasında rüzgârın ve dalganın sesinden başka bir şey kalmadığında okur kısa bir nefes alıyor; sonra yine koşmaya, saklanmaya, çözmeye, yüz-leşmeye devam ediyor.
Kitabın editörü olarak beni en çok etkileyen şey şu oldu: Roman, okurunu eğlendirir-ken onur, sadakat, vefa ve memleket duygusunu da diri tutuyor. Kahramanların içindeki “dönme” isteği, yalnız bir coğrafyaya dönmek değil; bir ahlaka, bir aidiyete, bir sorumlulu-ğa dönmek.
Sayfaları çevirmeye başladığınızda, korkunun sesine değil, hakikatin fısıltısına kulak verin. Çünkü bu hikâyede asıl mücadele, yalnız dışarıdaki düşmanla değil, içerideki yılgın-lıkla, şüpheyle ve teslimiyetle de veriliyor. Ve belki de bu yüzden, roman bittiğinde aklınız-da sadece sahneler değil, bir cümle kalacak: “Güç, her zaman kalabalık değildir, bazen tek bir insanın ‘hayır’ diyebilmesidir.”