“İmanın kılıçlarımı durduracak mı bakalım,” dedi Vlad. “Güçlü olabilirsin ama ölümsüz değilsin. Kanı-yorsun!” Ali Bey, dualı kılıcıyla bir karşı hamle çıkartarak Vlad’in sağ omzuna küçük bir yara açmaya mu-vaffak oldu. “Sen de kanıyorsun! Kanını da canını da alacağım senin, Ya Allah!”
"Sultan ve Dracula" destanında başlayan kadim savaşın gölgesi, bu kez daha vahşi bir karanlık ola-rak geri dönüyor. Dracula’nın soyundan gelen karanlık varlık, atasının yarım bıraktığını tamamlamak için ortaya çıkıyor. Osmanlı’nın genç ve yiğit akıncısı Ali Bey, kendisini kanın, tılsımın ve sırların ördüğü bir mücadelede buluyor.
Geceleri yükselen uğursuz fısıltılar, toprağı titreten adımlar ve gölgelerin içinden süzülen kırmızı göz-ler… Hepsi tek bir hakikate işaret ediyor: Karanlık geri dönüyor. Ve ona karşı duracak tek bir yiğit kaldı. Hazırsanız efsane yeniden başlıyor.
BU KİTABI NEDEN OKUYALIM
Tarih ile fantastiği birleştirerek akıncı cesaretini karanlık vampir tehdidine karşı güçlü biçimde anlatır.
Aksiyon dolu sahneler eşliğinde, Osmanlı ruhunu iyilik ve kötülük mücadelesiyle etkileyici bir şekilde sunar.
Vampir mitolojisini alışılmış kalıpların dışına taşıyarak yerli ve özgün bir yorum ortaya koyar.
Merak duygusunu diri tutan olay örgüsüyle okuru ilk sayfadan sonuna kadar sürükler.
Genç okurlar için hem macera hem değer dünyası sunan bütünlüklü bir okuma deneyimi sağlar.
EDİTÖRÜN KALEMİNDEN
Erhan Akhan, “Efsane Kahramanlar” serisinin ilk kitabı “Sultan ve Dracula”da olduğu gibi serinin ikinci kitabı “Akıncı ve Vampir”de de kılıçların, kanatların ve kehanetlerin arasında kayıp yaşayan, sorumluluk yüklenen, öfkesiyle ve vicdanıyla mücadele eden insanların hikâyesini anlatıyor. Tarihî bir gerçekliği olan Tuna kıyısında yaşanan büyük yıkımı okurken sadece bir felaketi değil, parçalanan aileleri, yarım kalan hayatları ve omuzlara çöken ağır bir sessizliği hissediyorsunuz. Bu sessizlik, romanın en güçlü seslerinden biri hâline geliyor.
Ali Bey karakteriyle tanıştığımızda karşımıza kusursuz bir kahraman çıkmıyor. Kederiyle baş etmeye çalışan, bazen öfkesine yenilen bazen sabırla direnen genç bir insan görüyoruz. Babasını ve kardeşini kaybetmiş olmanın verdiği boşluk, onun her kararında hissediliyor. Fakat Ali Bey’i asıl güçlü kılan şey, bu acının içinde kaybolmak yerine sorumluluk almayı seçmesi. Bir ocağın yükünü omuzlarında taşıyan, binlerce yetimin vebalini yüreğinde hisseden bir kişinin iç dünyasına tanıklık etmek, okurla karakter arasında sessiz bir bağ kuruyor.
Romanın karanlık tarafında yer alan Vlad ve onun soyundan gelenler ise tek boyutlu kötüler olarak çizilmiyor. Onların dünyasında da korkular, hesaplar ve kaçamadıkları bir geçmiş var. Vampirler, kurt adamlar ve gizemli varlıklar bir tek gerilim unsuru değil, insanın karanlık yanını temsil eden aynalar gibi karşımıza çıkıyor.
Kitap boyunca dikkat çeken bir başka unsur ise sertliğin içindeki duygusal anlar. Anne-oğul arasında geçen sahneler, bir anda romanın temposunu değiştiriyor. O diyaloglarda kılıçlar susuyor, kalpler konuşuyor. Bir annenin sabrı, duası ve sükûneti oğlunun içindeki fırtınaya karşı sessiz ama güçlü bir siper oluyor. Bu sahneler, romanın en insani, en sıcak durakları arasında yer alıyor.
Erhan Akhan’ın dili serinin ilk kitabında da olduğu gibi akıcı, sahneleri âdeta bir sinema kadar canlı. Aksiyon bölümleri okuru sürüklerken içe dönüşler okura nefes aldırıyor. Hiçbir sahne gereksiz yere uzatılmıyor; her bölüm, hikâyenin ruhuna hizmet ediyor.
“Akıncı ve Vampir” sıradan fantastik bir serüvenin devamı değil, kayıpla sınanan insanların, adalet arayan vicdanların ve karanlığa karşı direnen iradelerin hikâyesi. Kitabı bitirdiğinizde aklınızda sadece olaylar kalmıyor, bazı cümleler içinizde dolaşmaya devam ediyor, bazı karakterler uzun süre sizinle yürüyor.
Belki de bu romanın en güçlü tarafı tam burada saklı… Okuru yalnızca heyecanlandırmakla yetinmiyor, onu insana dair bir yolculuğa da çıkarıyor. Ve sayfalar kapandığında, geriye tanıdık bir duygu bırakıyor: Mücadele zor olsa da insan kalabildiğimiz sürece umut hep var.