“Anneee sıkıldım!”
“Anneee bir oyuncak daha!”
“Babaaa bana telefon al!”
“Onu da al, bunu da al, şunu da al!”
Bugünün çocukları her şeye sahip ama hiçbir şey onlara yetmiyor. Odanın ortasında, yüzlerce oyuncağın içinde oturup, “Canım sıkılıyor” diyen çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Ve anne-babalar “Alsak alsak şimdi ne alsak” yangınının içinde günbegün daha çok kavruluyor!
Klinik Psikolog Hilal Çorbacıoğlu, çocuklarımızın ruhuna iyi gelecek en kadim gerçeği hatırlatıyor: Azın içindeki çoğu görmeyi...
Bilimsel araştırmalar, vaka örnekleri ve günlük hayatın içinden sahnelerle hazırlanan bu kitap, ebeveynlere şu soruyu soruyor: “Çocuğunuzu bazı şeylerden mahrum bırakarak onu daha sağlıklı ve güçlü büyütebileceğinizi biliyor musunuz?”
Cevabı bulduğunuzda, çocuk yetiştirmenin asıl sırrının fazla vermek değil, doğru vermek olduğunu göreceksiniz.
BU KİTABI NEDEN OKUYALIM?
Mahrumiyetin bir eksiklik değil, karakter gelişimi için fırsat olduğunu fark ettirir.
Gerçek doyumun, her şeye sahip olmakla değil, yeteri kadarına razı olmakla sağlandığını gösterir.
Çocuklara her istediğini vermenin değil, doğru zamanda vermenin önemini gösterir.
Okuru sadeleşmeye, şükretmeye ve bilinçli yetiştirmeye davet eden güçlü bir farkındalık oluşturur.
Sabır, minnettarlık ve kanaat duygularını doğal örneklerle içselleştirmeye yardımcı olur.
EDİTÖRÜN KALEMİNDEN
Bir çocuk odasında, oyuncakların arasında yankılanan küçük bir cümle: “Canım sıkılıyor!” Oysa o odada her şey var: Rengârenk legolar, kocaman pelüş ayılar, ses çıkaran arabalar, bebekler, kitaplar, oyunlar… Her şey var ama hiçbir şey yetmiyor. İşte modern ebeveynliğin en çarpıcı paradoksu burada başlıyor: Bolluk içinde büyüyen ama doyumsuzlaşan çocuklar ve onları mutlu etmek için daha fazlasını almaya çalışan, yorgun ama umutsuzca çabalayan anne-babalar.
Hilal Çorbacıoğlu, “Mahrumiyet Eğitimi” ile tam da bu çağın kalbinden geçen bir meseleyi cesaretle ele alıyor. Klinik Psikolog kimliğiyle yıllardır çocuklar ve ailelerle çalışan yazar, kitabında eksik bırakmanın aslında bir kayıp değil, aksine ruhsal gelişim için bir kazanç olabileceğini anlatıyor. “Az”ın içinde saklı “çok”u fark etmeye davet ediyor bizi.
Bu kitap yalnızca çocuk yetiştirmeye dair değil; fazlalıkla kuşatılmış hayatlarımızı sadeleştirmeye, ihtiyaçla istek arasındaki çizgiyi yeniden çizmeye dair bir farkındalık çağrısı. Satır aralarında sık sık kendimizi buluyoruz: Oyuncağı eksik kalmasın diye market arabasını dolduran anne, tatminsizliğini “yeni bir şey alma” dürtüsüyle bastıran baba, sıkıldığında ekranın başına koşan çocuk… Hepsi aynı hikâyenin farklı yüzleri.
Klinik Psikolog Hilal Çorbacıoğlu, akademik bilgiyi kuru bir dilde değil, gözlem gücü yüksek, sahadan beslenen, okurla içten bir bağ kuran bir üslupla harmanlıyor. Her bölümde gerçek hayattan kesitler, danışan hikâyeleri, bilimsel araştırmalardan kısa notlar ve içe işleyen tespitler yer alıyor. Bu yönüyle “Mahrumiyet Eğitimi”, teori ile pratiği, duygu ile veriyi, psikoloji ile gündelik yaşamı zarif biçimde buluşturuyor.
Kitabın merkezinde şu basit ama sarsıcı soru var: “Bir çocuğu her istediğiyle donatmak mı büyütür, yoksa bazı şeylerden mahrum bırakmak mı güçlendirir?”
Cevabı satır satır açılıyor. Çocuğun kendi kendine oynamayı öğrenmesinden sabrı deneyimlemesine, beklemeyi içselleştirmesinden emeğin kıymetini anlamasına kadar her konu, “mahrumiyet”in nasıl bir eğitim aracı olabileceğini gösteriyor. Yazar, “fazla”nın rehavet, “yetersizlik”in ise gelişim alanı doğurduğunu vurguluyor.
Kitap ayrıca, modern dünyanın tüketime dayalı ebeveynlik anlayışına da önemli bir eleştiri getiriyor. Çocuklarımıza “her şeyin en iyisini verme” arzusunun altında, çoğu zaman kendi yetersizlik korkularımız yatıyor. Yazar, bu duygusal mirasla yüzleşmeye cesaret ediyor. Mahrumiyetin bir eksiklik değil, bilinçli bir tercih olabileceğini; sevgiyle, şefkatle, ölçüyle verilmiş bir mahrumiyetin, bir çocuğun karakterine en güzel hediyeyi sunabileceğini gösteriyor.
Son sayfalarda okuru derin bir huzur karşılıyor çünkü “az”ın güzelliği, “doyum”un huzuru, “sabır”ın inceliği yeniden hatırlanıyor. Artık mesele “Çocuğa ne alalım?” değil, “Çocuğa ne bırakalım?” sorusuna dönüşüyor.